Silinen Çığlık
- Cemal Muhsin Bulut
- 23 Ağu 2024
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 31 Ara 2024
Dert anlatmayan kelimeleri ne yapayım?
Sildim yazdıklarımı. Hiç okunmayacak olan şeyleri kaleme almak kalbimi ve beynimi yoruyor. Boşa giden cümleler üzüyor beni.
Doktorum Fiko dedi ki; Yormasın, üzmesin.
Maalesef adam haklı. Adamı haklı çıkaracak sebepler oluştu bir yerlerde.
Ama inadım inat... Zar zor inşa ettiğim mutluluğu, dibini sıyırana kadar yaşamaya devam edeceğim...
Hem söz verdik Koray ile birlikte; Thomas, Dominic, David, Bethany, Erin ve Suzanne'a söz verdik o güzel gecenin sonunda, "Seneye burada yeniden buluşacağız." diye.
Marazlı bazı şeyler. Herkes gibi... Olabilir tabii... Her şey insanlar için. Etten ve kemikten varlıklarız. Ruhum da var. Nasır tutmuş olsa da çatır çutur çalışıyor kalbim. Yüzüm gülüyor. Ellerim hep krem ve losyon kokuyor. Akşamları girip çıktığım mekanlarda hiç tanımadığım ama etkileşime girdiğim insanlar kadarım. Tanıdığım herkes için müsvedde gibiyim... Kalp müsveddesi diyelim. Bir zaman hissedilmiş, hissedilmenin tadı geçince bir kenara atılmış...
Kimim, neyim, neciyim... it miyim, göt müyüm, bok muyum, neden böyle oluyor bilmiyorum.
Utanıyorum bunları düşününce ve hissedince. Utanabiliyorsam iyi... o kadar da kötü değilim, o kadar da bok değilim demek ki diyorum. Gözümün elaya yakınlığı kadar da varım aslında bu hayatta diyorum. Utanıyorsam kalbim var. "Kalbi olmayan utanmaz böcekler ne yapsın?" diyorum.
Var olmuşum işte. Yok oluşa doğru gidiyorum herkes gibi. Bazen ahraz, bazen marazlı... Sonuçta Yaratanın katında önemliyim. Hastalık olarak yaşamanın manası kadere mahsus. Ama yemin ederim bu hayatta en çok şifa olmayı istedim sevdiğim insanlara.
Kadeh kaldırıyorum tanımadığım bir kadına, gülümseyip kaldırıyor kadehini bana. Dans eden adama bağırıyorum "Yeah dude... This is you." diye... Adam dans pistinden beni yanına çağırıyor, boynuma sarılıyor ve arkadaşlarıyla dansa tutuşuyoruz. Türklerle hiç muhatap olmuyorum. Muhatap olmamalı Türkçe konuşan insanlarla. Kadın erkek fark etmeksizin gözlerine bakıp gülümsediğin an onları sikmek istediğine inanıyorlar. Tek am, tek göt, tek sik onlarda varmışçasına yaşıyorlar kalabalık içinde hayatlarını. Acınılası mahluklar. Sosyal zavallıların ne denli kibir abidesi olduğunu İngiliz kasabasında İngiliz, Rus ve Hollandalılarla yaşayınca öğrendim. Fransız komşularımın muhteşemliğine şahit oldukça...
Mesela sarhoş sarhoş hikayemi anlattığım David diyor ki bana "Now take all your things on your back. Return to the world. Start by giving yourself a kiss. Smile into your eyes and come on, dance for us."
İçimde bir ağrı koşturuyor. Ağrı durduğunda düşüncelerim daha da insana dönüyor. Harekete geçtiğinde ise çığlık çığlığa her şey. Anlamak için ya da yaşamak için geldiysem bu hayata, neden dilimin ucundakilerle anlaşamıyoruz insanlarla. Verilen sözler karşısında neden bu kadar zayıf, neden hiç delikanlı değil insanlık? Başkalarına karşı aciziz de neden kendimize karşı bu kadar aciz bıraktık kendimizi?
İnsan kalmak için harcanan çaba neden çabadan sayılmıyor insanın gözünde? Ben neden başımı ellerimin arasında yaşıyorum bu hayatı aşık oldum diye? Neden kıyamet sanıyorum alıp verdiğim sayılı nefesi? Kalbin gücü sınansın diye mi var öteki insanlar. Düşündükçe kırılıyorum. O kırılganlık esnasında oluyor ne oluyorsa. Olduramadığım her şeyi kendi meşrebimde yazıyorum. Kabuğuma çekildiğimde incindiğim ne varsa, öfkemi doğuran ne varsa yazıyorum.
Sonra okuyorum yazdıklarımı ve utanıyorum. Hazmedemiyorum olan biteni...
Kusurlarımın kusursuzluğu diye kendimi avutmayı çok isterdim. Nasıl anlatsam bilemiyorum. Tavandaki çatlaklardan dirilmeyi öğrendim. Avuçlarımdaki yaralardan, gökteki bulutlardan ya da yıldızlardan... Bu kez bu evde teras katındaki manzaraya karşı ölmek istiyorum dirilebilirsem.
Sonuçta insanız. Mükerrer ve muazzam birer olasılık... böyle yazabilirdim ihtimalleri ama yorgunum. İnsanım. Ellerim ve zihnim şaşırabilir kalbim kadar. O son hatırlayışın sesini kulaklarımdan silmeye çalışırken buluyorum kendimi. O sesi nasıl özlediğimi size anlatamam. Tüm bunlar olup biterken bir kaç cümlenin içine saklanıp beklemek nereye kadar? Beklenen, her şeye değer... bunu tartışmıyorum bile. Acıya maruz kalmış duyguların sesli ve sessiz harflerle belimi bükmesi köklerinden çürümüş ağacın dallarındaki yapraklarla gösteriş yapması gibi... Bu sevilmemekten beter işte.
Oysa dönüşü olmayan bir yolda kendimden vazgeçerek vazgeçilmişliğimi sindiremem. Öldürmezse süründüreceği belli bir yaranın zaferi kabuk mu? Kim ne derse desin biz o yolun sonunda başkalarına gülümsedik. Bu yaranın süründürüp süründürüp öldürmesi normal değil mi?
Kırık bir kalbim, hastalıklı bir beynim, çaresiz duygularım var. Her yer bitmiş. Her yer sona yakın. Her yer çığlık. Ben gelmiş burada yeniden yaşamanın ağıtlarını yakıyorum. Ve buna hakkım yok.
Uzun uzun üzülmekten vazgeçtiğim günlerde herkesleştim. Kaçtığımı, nefret ettiğimi, olmam dediğimi oldum. Bir sabah adını unuttuğum kadın henüz yatakta uyuyorken çay demledim. Mantarlı biberli yumurta yaptım sahanda. Yanına biraz peynir. Kendimi ödüllendirmiş gibi yapıyordum. Oysa koca bir yalancıydım. Lanet, bunak bir böcek.
Sonra kadın uyandı. Kendimi hala seçilen, arzulanan bir adam olarak hissetmeme neden olan güzelliğe sarılıp boynunda öptüm. Ben aslında egomu, ezikliğimi, büzüklüğümü, acizliğimi, yıkılmışlığımı, çaresizliğimi, kötülüğümü ve çirkinliğimi öptüm. Masmavi gözleri parladı sevinçten. Allah belamı bu yüzden versin. Kendini kullanılmış bir paçavra gibi hissetmekten korkuyordu. Maalesef kullanılmıştı... Ben o güzeller güzeli kadına "İletişim kurmak istemiyorduysan bunu bana söyleyebilirdin." mesajı attırdım.
Dirilmek bu değildi. Tek bilmek istemediğim gerçek buydu. Yüzüme bakıp tükürmemek için delirmiş olmam gerekiyordu. Kendi yüzümden ilk defa bu denli tiksindim. Kalbim mutlu mu atıyordu mutsuz mu bilmiyordum. Kalbim var mıydı onu da bilmiyordum. Akşamında Sophie ile tanışacaktım. Ertesi gün kardeşlerden cıvıl cıvıl olanıyla...
Kalbime ihanet ediyordum. Sadakatsiz tüm fahişelerle aynı dünyadaydım işte sonunda. Buna yaşamak diyordu kahpeler. Alın işte ben de yaşıyordum...
Bir kaç gün sonra öyle öfkelendim ki kendime, ellerim titriyordu. Durdum ellerime baktım. Dokunduğum tenler yüzünden midem bulanmaya başladı. Gülmeye başladım. Gülüşümdeki öfkeli koku beni delirtti. Ne güzel, ben herkesten ve her şeyden nefret etmeyi başarıyordum. Yüzümden düşen her yüzle birlikte duvardan duvara vurduğum ruhumun en ücra köşelerini tatmin etmeye çalıştım. Bu acizliğim beni yok etsin istiyordum. Koray ile izbe bir barda oturup beni konuştuk. Kalabalık bir karanlıkta oturup ağladım. Böğüre böğüre cismi belli olmayan bir yaratık gibi kendimi haykırdım. "Seninle ve olduğun şeyle gurur duyuyorum." dedi Koray. Ruhumdaki acı şehvetle sefil olmuş bir toz zerresiydim. Silinince geçmeyecek kadar yapışkandı kirliliğim. "Sen kimseyi aldatmadın." diyen Koray'a inanmadım. Söyleyecek çok şey vardı. Söyleyince fayda etmeyecek bir çok şey gibi.
Bu sabah kendime kahvaltı hazırladım. Ocağın altını kıstım. Çayımı alıp bilgisayarın başına oturdum. Çığlık 2 adlı yazıyı açtım okudum. Çok sesliydi her söz. Baktım hiç kimse yoktu. Kimsenin olmasını hak etmeyen o cümleleri tek tuşla sildim. Bilinmezliğin ve beklemenin çaresizliğini hafifletmeye çalışıyorum kimseye varmayan cümlelerle. Kalbimde yürünmüş en güzel yolculuğun arkasından el sallamayı bilmiyorum ben. İlk defa doğru eli tutmuş ellerim hiçbir yere sığmıyor. Yazıp yazıp siliyorum işte... Ne söylesem söylenmiş, ne sızlasam sızlanmış, ne ağlasam ağlanmış gibi geliyor.
Bitmek bilmiyor yazmaya çalıştığım her şeyin sonu, bir gece ansızın yeni bir başlangıcı oluyor. Oysa durduğu gibi durmuyor zaman. Zaman azalıyor. Ben buna ölmek diyorum, siz yaşamak diyorsunuz. İşte bu yüzden yazdıklarımı siliyorum ben... Anlaşılamayan cümleler ne kadar ağır siz biliyor musunuz?
Ben hız kesmem gereken viraja gaza basarak gireceğim. Çıkarsam mucize... Siz de bir gün o viraja yolunuz düştüğünde beni anlayacaksınız. O gün gerçekten de sikimde olmayacak...


留言