top of page

Kıyısından

Güncelleme tarihi: 31 Ara 2024

Oysa doğum günümdü...


Oysa iki dostumla buluşmak için girdiğim mekanda sürprizlerle karşılaşmış, ömrümün en kalabalık kutlamasına şahit olmuştum.


Üstelik "Doğum günün kutlu olsun." diye gelen bir mesaj vardı kalbimi yerinden zıplatan... Bu dünyada tek bir kişi var ki yüzümü ve gönlümü güldürmek söz konusu olduğunda beni şenlik yerine götürmüş, bayram sevinci yaşatmış gibi mutlu edemez O'nun kadar...


Sabaha karşı oldu ne olduysa ama size yemin ediyorum çok mutlu uyumuştum doğum günümde...


Önce bir gürültü koptu... Nefes almak imkansızdı. Keskin ve burundan ciğerlere kadar insanın içini kavuran acı bir koku... Dehşet verici o uyanışı nasıl tarif edebileceğimi bilemiyorum...


Telefonu yastığımın kenarına koymuş şarkı listemi dinlerken dalmıştım uykuya... Alevlerin banyo kapısını sardığı yangınla uyandığımda Anıl Murat Acar, nam-ı diğer Gazapizm'in şarkısı çınlıyordu çatırtıların arasında.


Muğlak dönemde bir mucize,

Sağlam bedende kanser gibi...

Alışmak da yol, savaşmak da yol.


diyordu üstat.


Oysa banyo kapısından koridora doğru parlayan alevlerin arasından geçecek bir yolum yoktu benim.

 

Yolum yoktu ve ben çaresizce sırtımı duvara yasladım. Başımı havalandırma boşluğuna çevirdiğimde banyodaki alevlerin, pencerenin plastik çerçevesini de sardığını gördüm... Öleceğimi seslenmek istedim apartman boşluğuna bakan pencereden başka sesimin duyulacağı bir yeri olmayan yatak odamda. Boğazımı sarmış is ve duman içerisinde sesim de soluğum da çıkmadı.


Denedim daha önce. Sesim hep boşlukta kaldı benim. Sesini ne kadar yükseltsen de, kimse seni duymuyormuş gibi olur ya, işte öyle bir şeydi bu. Çünkü bazen, kelimeler hep aynı yöne baksalar da içeride bir yerlerde hissettiğin hiçliği kırmanın başka yolu yoktur.


Bir adım atıyorsun, bir şeyleri değiştirme cesareti bulup... Bir bakmışsın hiçbir şey değişmiyor. Zamanı çalmaya çalışıyorsun ama zaman senden çalıyor... bazen yıkılmış bir umutla, bazen de koca bir kırgınlıkla.


Zaten hep böyle değil mi? Birileri konuşuyor, yazıyor, hatta çığlık çığlığa haykırıyor belki de... Ama bu sesler hiçbir yere ulaşmıyor. Çünkü, kimse kimseyi dinlemiyor herkesin konuştuğu yerde.


Bunları düşünüp, alevler bedenimi sardığında teslim olmaya, çırpınarak çığlıklar atmamaya karar verdim. Derin bir nefes almaya çalıştım. Çünkü çığlık atmak için de çığlığı yutmak için de derin bir nefes almaya ihtiyacı olur insanın.


Plastik demeden, tahta demeden, kumaş demeden her şeyi kavurarak kapıma dayanan alevlerin kapkara dumanı öyle sarmıştı ki etrafımı... nefes alamadım...

 

İnsan çaresizlik içindeyken arar çareyi. Kapıyı saran alevler elbise dolabına sıçrayacak diye düşündüm. Yatağa sadece üç adım... Sıcak yüzüme vuruyor. Üstelik, nefes almak imkansızken öksürük nöbeti başlıyor...


Duvardan odanın ortasına doğru bilinçsiz bir adım attığımı hatırlıyorum. Halıya bastığıma emin olduğumda eğilip o halıyı yarısı yatağın, yarısı dolabın altında durmasına rağmen tek hamlede ve tek elimle kaldırmamı ancak can havli diye anlatabilirim.


Bedenime sarıyorum halıyı ve yine aynı can havliyle alevlerin arasına dalıyorum. Kendimi koridorun sonuna atarsam, kurtulacağımı ümit ediyorum.


Çünkü insan, ancak çaresizlik içinde çareler ararken ümit eder...


Hızla daldığım alevlerin içinden geçerken nefessizlikten gücüm bitti ama alevler bir türlü bitmedi... ensemde karıncalanma, dizlerimde titreme, kalbimde gümbürtü... Koridorun ortasında, alevlerin arasına devrildim.

 

Değersizce tüketmek, yok etmek derdinde insanlar, yok edemediğini de çürütme çabasında artık... Bir başkasının değeri yok. Ve ben bu nedenle insana dair ümit etmeyi bırakmıştım çoktan. İnsana dair ümidi olmayanın yaşama dair ümidi mi olur?


İşte benim de henüz kimsenin dünyasında yer edinememiş varlığımın sadece bu evde yeri vardı. Kimine göre ruhumun hak ettiği, bana göre zatımın yersizliği...


Zaten ben de o insanların dünyasında artık anlatamayan, anlaşılamayan, çekilmez, geçimsiz, huysuz bir insandım.


Oysa dünya şuncacık bir yer, yaşamak da işte bu kadardı...


Üstelik diyordu ki Anıl Murat Acar, yani nam-ı diğer Gazapizm;


Yitik bir bilincin en uç noktası,

Nefretin üstüme yokuş koşması.

Kirlenmek de yol arınmak da yol...

Varoluş peşinde sakatsan da koş,

Kaçmıştır uykumuz, yataklar da boş.

İhanet de yol sadakat de yol...

 

Yolda olmak elbette güzeldi. Önemli olan varmak değil, yolda olmak diyerek yola anlam katanlara saygı duysam da bu felsefeyle yola çıkıp, yolun sonunda hiçbir sike varamadıklarında çıktıkları yoldan nefret edenlerden tiksiniyordum. İki yüzlü birer bok parçası oldukları için...


İnsan da yollar gibi uçsuz bucaksızdı kendi içinde. Kimi okyanus gibi derin, kimi uzak, kimi karanlık, kimi uçsuz bucaksız... Merhametten öte yol görünmeyen ve vicdandan yoksun yola çıkmayan herkese hayrandım. Ben ise kimi zaman kendi içime ışık olanla el ele olmanın tadını çıkardım ya da içimin karanlığında kendimi bulmaya yürüdüm. Karanlık da bazen yol göstericidir. Görmezsin ama hissedersin ve gidersin. Bazen gidilen yol ayrı, bazen de yolum artık sevilmediği içindi benim yalnızlığım. Yıldığım, yorulduğum için bazen bile isteye karanlık yola gizlendim. Gözlerimi kapatsam da ruhumu kapatamadım.


Değer gördükleri bok çukurlarında, başkalarına yoldaş değil azap olmayı kendine hak görüp, insanların yolunu çıkmaza sürükleyen, karanlığa gömen, bunu sevinçle ve kör insafıyla yapanların cennetiydi artık bu hayat.


Oysa birinin azabı, diğerinin cenneti olan bu dünyada kim vicdandan söz edebilirdi ki? Yalnızca kendinin sahip olduğuna inandığı, bencilce bir hevesten öteye geçemeyen, bölüşmekten, paylaşmaktan, başkası için olabilmekten uzak insanların yalan yanlış hisleri ve duyguları arasında sürüklenip giderken böyle…


Bunca yalan duygu, şu kadarcık ömürde yetmişti bana...

 

O değil de yine kıyısından döndüm ölümün. Yine tuttum bu hayatı yakasından... Bana da aşk olsun yemin ederim.


Balkon camını kırarak içeri giren bir itfaiye eri alevlerin üzerine yangın söndürücüyü püskürterek yanıma kadar gelip beni sırtladığı gibi ambulans ekibine teslim etmiş.


Kolumda ve sağ göğsümde önemsiz, ufacık yanıklarla ve de normal insanlar gibi yeniden nefes almamı sağlayan 4 saatlik oksijen tedavisi ardından çıktım hastaneden.

 

"Hakikate düştükçe yalnızlık, inanç, ölüm, korku ve sevgi gibi sahici duygular kalır insana." demişti benim canım Şenay ablam.


Uykusuz, soluksuz geceler görmüştüm çokça. Orada bir yerlerde herkese benzemeden, tüm sığlığımla, sığdırılmaya değer görülmediğim dünyalardan feragat etmiştim çoktan. İğrenç klişelerden, hatırlanmamak için daha uzağa, unutulmaya bıraktım kendimi. Eskiden içinizin en nadide parçası olan sonrada öteki insanlardan olmayı seçmiş herkesin sebep ve sonuçları birbirine denk düşürmediği, birbirinin cevabı olmadığı bu çağda, yalnızlık iyidir. Yalnızlık yanlışa düşmekten evladır.


Ben bu içine tükürdüğüm dünyasında gitmem gereken zamanda gidemedim, kalmam gereken zamanda kalamadım. Savaşmam gereken yerde savaşamadığım gibi sulh ilan edildiğinde kılıçlarımı kuşanıp herkesle ve her şeyle savaştım. Sevilmeyecekleri sevdim. İnanılmayacaklara inandım. Güvenilmeyeceklere güvendim. Umurda olmayacakları umursadım. Kendime uzak olmam da hep bu yüzdendi. Edebiyatını yapmayı sevsem de insanları benden vazgeçmeye itip vazgeçilmişlikten dert yanma yanılgısını ben aslında çoktan bıraktım.


Zira;

Kimliğin kayıp ve irkilip kaldın.

Bekledin bir yerde, haritan yanmış.

Hislerin de yol histerin de yol.


Gidilir gözüm, bak varılır zora.

Ümitsiz yaşamak ağır insana.

Sirayetle yol kifayetle yol.


diyor zaten üstat...

 

Büyük yıkıntılardan çıkıp gelmiştim ben küle dönen o eve. Denksizliğimle, dengesizliklerimle, sindiremediklerimle, kandırılmaktan, vefasızlığa uğramaktan kurtulup varlığımı bir düzene oturtayım diye...


Toprağın vefasıdır ağaçları susatan ve sevdiren. Seni gölgesinde iyilerden eden… insanların içinde vicdanın köreldiği kadar vefa duymak da giderek azalıyordu. Kıyametin asıl habercisi de bunlar aslında.


Yangın söner... alevler yok olur ve artık sahnede her şey simsiyahtır. İs kokan, kararmış, şeklini, rengini ve işlevini yitirmiş eşyalar... Bir ev ise yanan, o evde yaşamak son bulur. Alevler sarmadan önce var olan şeyler artık orada var olduğunu bildiğiniz halinden uzaktır. Ya da yoktur...


Yok olan şeyler geri gelmez. Yenilenir. Ama artık bilirsiniz ki hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Çünkü olmaz.


Hastanede kaldığım süre dahil, doğum günümü kutlayan, var olduğumu hissettiren herkese teşekkür ederim. Eksik olmayın benden. Siz var olduğunuz sürece her şey eskisi gibi olur. Bu ancak sizinle olur. Size ait, bize ait yok etmediğiniz her ne varsa iyi ki var. İyi ki varsınız. Yolunuz umut dolsun...



Bu kalabalığı nasıl organize etti bu çocuk bilmiyorum...

 
 
 

Comentarios


bottom of page