top of page

Hakikatizm 1

Güncelleme tarihi: 26 Mar

“Kendini kendinle kıyaslamaktan vazgeçme sakın.” demişti Şenay ablam. Yeterince ihanete uğramış birine söylenecek en doğru sözü söyleyecekti ardından “Kendine ihanet etmek istemiyorsan, başkalarıyla kıyaslama kendini…”

Hakikat Duvarı

İzmir dönüşüydü... her şey yolunda gidiyordu. Kendimi zaten kendimle kıyaslıyordum. Dışarıdan şöyle bir baktığımda, hayatım tam istediğim kıvamdaydı. Ancak hayatını tam da istediği gibi yoğurmayı başarmış kendimin bizzat kendiliğine yabancılık hissetmeye başlamıştım… "Zamanı kaçırmışım." hissiyle kendime hak gördüklerim yüzünden…


Yaşadığım mutsuz zamanların tüm suçunu başkalarına atıp, kendimi haklı çıkarmaya çalışarak aslında kendimi neye karşı savunduğumu, neden kaçtığımı, hangi eksikliğimi tamamlamaya çalıştığımı anlamaya çalışmadım. Çünkü yaşamakla yarışıyordum. Özgürdüm. Egomun diktatörlüğüne teslim olduğumu fark etmemiştim. Çevrem değişiyordu. Ama ben, yeni insanlar girdikçe hayatıma, duygularımı sarıp sarmalayarak onlardan saklıyordum kendimi.


Gördükleri adamı seviyorlardı. Gördükleri adam onlara gülümsüyor, onlara zaman ayırıyor, onları dinliyordu. İşi gücü yerindeydi. Oturduğu yerden, gezdiği yerden, hiç çalışmadan para kazanıyordu bu adam. Üstelik yıllardır da bunu yapmak için çalışıyordu. Hayallerinden birisini yaşamayı da başarmıştı böylece. Nihayet, dünyanın en güzel balıkçı kasabasında yaşıyordu. Her fırsatta o kasabada o insanlarla yaşamanın huzurundan bahsedip duruyordu.


Ama kendine dair bir çok şeyi, mesela duygularını hiç paylaşmıyordu gördükleri o adam. Eskiden kalma yaralarını hiç kimseye göstermiyordu. Bu gördükleri yeni adam, ne kadar ileriye gidebileceğine odaklandığından beri sadece yoluna bakıyordu. O yolda yaşadığı her şeyi bir blog sayfasında gösterme telaşına "görgüsüz, ukala, kompleksli, kibirli." yaftası yapıştırmamışlardı. Çok sevmişlerdi bu adamı. Adam da bu ilgi ve sevgi karşısında egosunun baskısına yenik düştüğünü göremeyecek kadar memnundu bu insanların kendisiyle kurdukları ilişkinin her boyutundan.


Ama bir gece, İzmir'den Kaş'a döndüğü o soğuk gece, kendine ne kadar yabancılaştığıyla çarpışacaktı o adam… Ve yine bir İzmir dönüşü başkalarından sakladığı duygularına hem de sakladığı yerde çarpacaktı. O amına kodumun İzmir Muğla-Antalya yolunda bir bok vardı.

Mani Evre(nim)de Varoluşsal Kriz

Çok uzun zaman bir döngüde sıkışıp kalmıştı adam. Hep aynı yanlışlar, hep aynı hayal kırıklıkları... Bunların nedenini ararken, durmadan kendisiyle çatışıp savaşırken, onu kendisinden eden insanları suçlamaktan da geri durmamıştı.


Derken, kendisine çizdiği yola sadık kalarak tutkularının peşinden koşmaya, geçmişiyle ve kendisiyle ateşkes anlaşması yapmaya karar vermişti. Bir şeyleri değiştirecekse, kendinden başlamalıydı. Çünkü duyguları ve düşünceleri değişmeden yaşadığı mutsuzlukların ve umutsuzlukların ortadan kalkmasını bekleyemezdi insan. Ve artık şuna inanıyordu; eski benle yeni bir hayat kurmam mümkün değil.


“Geçmişin izlerinden sıyrılmalıyım.” dedi kendisine. Buna kendisini ikna etmesi de çok zaman aldı.


Çünkü Mihaly Csikszentmihalyi "Kimi zaman değişim, insanın kendi duygu ve düşüncelerine sadakatsizliği değil midir?" diye bir soru sormuştu Akış Teorisi kitabında. Değişime direnmek için sorulmuş bir soru olmasa da bu, kendini manipüle etmek isteyen insanın bahane üretmesi için yeterince taşaklı bir soruydu.


Ama nereye kadar direnebilirdi insan? O hatalar, o pişmanlıklar, o yanlışlar, o haksızlıklar... Tek başına kendi geçmişi yeterli değil miydi, kendinde bir şeyleri değiştirmesi için ikna olmaya?


O hataları, pişmanlıkları ve uğradığı haksızlıkları bir yük gibi sırtında taşımaktan vazgeçmeliydi. Önünde fırsatlar vardı. Zaten bir sürü şey değişiyordu yaşamında. Başarmanın tadına varıyordu. Ama eğer aynı zihinle, aynı korkularla, aynı umutsuzlukla bakarsa, hayatın kendisine getireceği güzellikleri kaçıracaktı. Kendi zincirlerini kendi yaratıyordu bunca zaman. Kendi duyguları, kendi bileklerine kelepçe olup duruyordu.


Evet değişmeliydi. Bakış açısını, hislerini makul bir döngüde dönüştürmeliydi. Geçmişte kaybolarak geleceği inşa edemezdi. Neye inanırsa, neyi içselleştirirse, hayatı da ona dönüşürdü insanın. Ama eğer gerçekten inanırsa, gerçekten değişmeye cesaret ederse, o zaman yıllarca inşa etmeye çabaladığı bu yeni yaşam yolunu adımlayabilecekti.


Kendine yüklediklerini değil, hak ettiklerini yaşamalı insan. Çünkü "Ben kimsem, hayat da bana onu sunacak." diyordu hep. Olduğu şeyle, sanki mümkünmüş gibi daha iyisini hak ettiğine inanıyordu saf saf. Hem de bu herkesin herkesi sevgiyle soslayıp bir kalemde sikip atmaya doyamadığı rezil çağda. Sevmek miş... Peh peh peh... "Beni mi seviyorsun? Ya sen önce kendini bi doğru düzgün sev de ondan sonra insanlara seni seviyorum de amına kodumun hayatsızı." tutumuna bu kadar tutunan öfkeyle ne olacaktı?


Sen kimsen, hayat sana o kadarını sunar diyen insanın iyiliği, güzelliği hiç hak etmeden yaşayacağına olan inancı değil miydi bu dünyayı yaşanmaz kılan?

Peki Şimdi Ne Oldu?

O adam benim sevgili okur.


Kaş’tan Konya’ya gazladım… Oradan da İzmir’e...


Elif kızın ameliyatına gerek görmedi doktor. Fizyoterapistiyle görüştükten sonra “Artık tekerlekli sandalyeye gerek yok, walker ile yürümeye başlayabilirsin.” dedi. Buna çok sevindim. Gittik Elif'e walker aldık. Tekerlekli sandalyesiyle birlikte Lösev'e 10 tane tekerlekli sandalye, 10 tane hasta yürüteci bağışladık. Ve ben aslında bu adam olmakla gayet mutlu olduğumu hatırladım. Benim dünyamdaki insan da bu adamla mutlu olmalıydı işte.


Bir akşam Merto başkanı misafir ettim, bir akşamı Atalay'da, bir akşamı da Elif’te geçirip bitirdim İzmir turumu. Rakı içtim bira içtim dostlarımla birlikte. Zeyno başkana ve Irmak kuzuya zaman ayıramadığım için üzüldüm. Bu üzüntüyü hissetmekle mutluydum işte ben... bu amına koduğum hayatında.


Ve yine ne olduysa Kaş'a dönüş yolunda oldu.

Bu kez yolda kaybolmadım. Ama başkalarından sakladığım duygularımla yüzleşmek zorunda kaldım. Hem de onları sakladığım yerde… kendimin en aydınlık köşesinde…


Yüzüne, sesine, bakışına, gülüşüne kurban olduğumun kadını...


Zihnimde Oğuzhan’ın "Böyle giderse kendini kaybedeceksin." sözü yankılandı. Hem de ne uğruna? Boşlukta savrulan, hiçbir anlam taşımayan sahte birliktelikler uğruna… Böyle olacağını bile bile…


Kendimi avutmak için değil, yeniden aşkla mutlu olacağıma inanarak kayboldum kendimde ben. Çünkü ruhum, eskide kalması gereken bir aşkı özlemekten yanıyordu. Canım acıyordu. Bunu reddetmeye çalışıp durdum. Beni yaşamayı arzu eden her kadında aradığım mutluluk, o kadının bana yaşattığı mutluktu. Ki bu mümkün değildi.


Olduğum kişiyle olmam gereken kişi arasında sıkışmıştım sonunda. İşin kötü yanı; O özlediğim kadının sevdiği adam değildim. Ve bu gerçekle yüzleşmek, diğer her şeyden daha fazla acıtıyordu canımı. Ben sadece o kadını özlemenin biriktirdiği cehenneme son verebileceğime inanmıştım…


Kimler geldi, kimler geçti… Hayır… ben o kadını istiyordum. Hangi hakla, hangi yüzle bilmiyordum ama istiyordum işte.


Kendimi kendimle kıyasladığımda artık daha mutlu olmam bu arzuyu dindirmiyordu. Hem de çok mutluydum ama bu dünyada o kadınla birlikteyken yaşadığım mutluluğa erişebileceğim hiçbir şey de yoktu. O benim tutkuyla bağ kurduğum kadınla yaşadığım mutluluğun yerine bir şey koymama ne erek vardı ne de gerek... Üstelik ne kendimi, ne de başkalarını kandırmaya da hakkım yoktu.

Kaş'a geldim. Bir güzel uyku çektim. Uyandığımda ılıman bir havaya sakin sakin damlalar döken mis gibi bir yağmur eşlik ediyordu. Kahvaltı yapmak için evden çıktığımda güneş açtı. Kuş cıvıltıları arasında limana indim. Güneş karşımızda parıl parıl parlarken Özgür ile kahvaltımızı yaptık. Yeni yaşantımda beni dünyasına kabul eden nadide insanlar arasında ilk kez Özgür'e anlattım duygularımı. Dedim "Ben yaşantımdaki değişikliklerle mutluyum ama değiştirebileceğimi zannettiğim kendimle mutlu değilim Özgürüm."


Özgür kısarak baktığı gözlerini denizden hiç ayırmadan sigarasından derin bir nefes çekip bilgece bir gülümsemeyle bana döndü yüzünü, bir süre o tatlı gülümsemesiyle yüzüme baktıktan sonra;


"Belki de mesele değişmek değil dostum... Kendinle barışmak." dedi.


Elindeki peçeteye bakıp bir kenarını yuvarladıktan sonra gözlerini tekrar kısıp denize döndü yüzünü. Ve devam etti;


"Bence huzur, başkası olabilmekte değil, kendini olduğun şeyle, fazlası ve eksiğiyle kabul etmekte saklı. Hem sen içinle dışınla çok iyi bir insansın. Neden bu kadar taktın ki kendine?"


Sustuk birlikte...

Arabayı limanda bıraktım. Canım yürümek istedi. Kulaklığımı kaybettiğimi sanmıştım ama arabada bulduğum için çok sevindim. Açtım Vega'nın şarkı listesini, başladım yürümeye...


 Zamanımı kendime, beni dünyasına kabul eden insanlara, onlardan beklediklerimi onlara vererek yaşıyordum. Başkalarından beklediklerimi onlara veriyordum. Hep böyle yapmıştım. Kıymetini bilenlerle yola devam ediyorum. Yola devam ettiğim insanlara gülümsemem, zaman ayırmam, onları dinlemem, anlayış göstermem bize birbirimizi kazandırmıştı. Hayat bazen insanın önüne kocaman bir sofra kurar. Ama ben kırıntılarla yetinmemeyi seçmiştim. Çünkü açtım. Kimsenin değil, o kadının beni anlamasına, o kadının beni sevmesine, o kadının beni onu istediğim gibi istemesine açtı ruhum... O yüzden eksiktim işte. Gerçekten doymak için mi yemeliydim yoksa o sofrada oturmuş olmak için mi? Hayır ben bu dünyada hiçbir hissi öylesine yaşamadım.


Endişelenmeye gerek yok. Zihnime ve duygularıma güveniyorum. Değişim gerektiren her şeyin anlık bir bilince varmakla mümkün olduğunu biliyorum. Ancak yıllarca taşıdığım ve alışkanlık haline gelmiş tutumların değişimine adapte olmak zaman alacaktı elbette. Ben de bu yüzden bocalamıştım. Kendimle hesaplaşmam gereken bir şey de yoktu. Çünkü geçen yaz ve önceki yaz beni mutlu eden şeylerle mutsuz eden şeyleri hatırımda tutuyorum. Daha da önemlisi geçen yaz yaşayıp da suçluluk duymama neden olan saçmalıklarımı biliyorum. Bir daha bunları tekrar edecek durumlara izin vermezsem, irademi doğru insan olmaktan yana, iyilikten yana kullanırsam kendimle gurur duyacak kadar mutlu olacağımı da biliyorum.


Aşk için herkese alçalan insanlardan uzak durmaya devam etmek benim duygularımı korumaya yetmişti. Varlığımı bir kağıt gibi buruşturmaya tenezzül eden yüreği paçavradan hallice insanlara siktir çekip, yoluma dönmüş, hepsini arkamda bırakmıştım. Benimle bağ kurmuş, kendisiyle bağ kurmama izin vermiş güzelim insanlarla hiç yorulmadan yürüyordum. Yüzlerine taktıkları maskelerle iç dünyası, acısı, korkusu, sevgisi, nefreti dışarıya yansımayan insanlardan uzak duruyordum.


Belki kalplerimizin yalnızlığı mahşerde buluşturacaktı bizi. O kadının yüreğinde olmak mahşere kalacaksa ben razıydım. Belki hayatımın geri kalanında yaralı ve kırgın yaşayacaktım ama olsun. Bir kalbim vardı. O kalp geçmişte kalsa da o kadına aitti. Bu sevgi, bu adanmışlık beni ben yapan şey değil miydi? Görmeyenin, reddedenin de canı cenneteydi...


O gece yeterince rakı içtim Memduh abimle. Aradım Debby'i ve özür diledim. Zaten beni böyle seviyordu. O yüzden beni anlayacaktı, biliyordum. Söz vermiştik birbirimize, aramızda geçenler dostluğumuza zarar vermeyecekti. Yine de korkuyordum O'nu kaybedeceğim diye.


"Bunu hatırlatmana gerek yok. Sürekli bunu söylüyorsun. Ben seni ve dostluğumuzu seviyorum." dedi.


İşte buna üzülen ve Debby'e yaşattıklarıma öfke duyan halimi seviyorum. Bilet alıp Londra'ya gitmeye kalkan, bunları Debby'nin yüzüne söylemek isteyen ama Wizz Air uçağını kaçırarak son bir yılda üç kez uçak kaçırmış bu adamla sorunlarımı sike sike değil seve seve çözeceğimi biliyorum.


Yorgun başımı bir kadının göğsünde dinlendirmek değil, eskiden beni seven, sevdikçe mutlu eden o kadının göğsünde dinlendirmek isteyen bu şapşal romantiği buldum sakladığım yerde. Sevdiğim kadın gitmeyi seçtikten sonra bana kalanlarla yetinerek, ikimizle ve zamanında yaşadığımız her güzel saniyemizle gurur duyarak sarılacağım kendime.


"Salaksın." diyecek Koray.

"Adamsın." diyecek Memduh abi.

Ben kendimi hep kalbimden bileceğim.


Şaşsa da beşse de ara sıra, kendimi değil karanlığa, gölgeye bile saklamayacağım. Güneş yakacaksa yakacak. Aydınlığı sevmenin bedelini ödemeyi, cehennemde yanmayı göze almış adamın gücüyle ışığıma bin selam olsun.


Yaşamaya ve yazmaya devam edeceğim. Okuduğunuz için teşekkürlerimle...


 
 
 

Comentários


bottom of page