top of page

Buldumcuk / Fragman

Güncelleme tarihi: 24 Şub

Merhaba dostlar. Kusuruma bakmayın lütfen, ben mutluyken pek yazamıyorum.


Ama bundan sonra üç ay kadar çok fazla zamanım olacağı için sıkça kaleme kağıda düşeceğimi bilmenizi isterim.


Peki geçen zaman içinde ne oldu? Çok şey oldu. Karşıyaka, Kadıköy, Kalkan, Londra arası huzurlu, keyifli, anlamlı şeyler... Arayışa karşılık bulmakla ilgili umut dolu şeyler oldu...


Bazı dar sokaklar, bazı merdivenler inilip çıkılırken hayranlık duyuldu. Big Ben ve Milenyum Bridge yüründü iyi kalpli insanlarla.


Yazın sonunda bir kadına tarzancadan mütevellit İngilizcemle söz vermiştim "Bekler misin beni? Her şeyi geride bırakıp sana gelmek için zamana ihtiyacım var." diye. Yeni yıla birbirinden güzel sürprizlerle girdim. O güzeller güzeli kadının varlığıyla. Sonra da yazın ortasında beni beklemeye söz veren kadına her şeyi geride bırakamayacağımı, beni ben yapan her şeyi geride bırakırsam kendimi bir daha bulamayacağımı söylemeye gittim.

Söyledim de...


Puslu Berkshire günlerine güneşli Londra günleri ekledik birlikte. Gözlerime baktığında her defasında dünyanın en güzel gülüşünü gözlerine asan kadından insanlığın yansımasını gördüm. Empatiyi hissetmekle, anlaşılmakla ve olduğum şeyle kabul edilmekle sıcacıktı bütün dünya. Eksi dört, eksi on ve eksi on dört derecelerde bile hiç üşümedim bu yüzden.


Bir kadına "Benimle konuşmak istemiyorsan bunu bana söyleyebilirdin." diye mesaj attırmış pisliğin tekiydim ben. Aynı şeyi bu kadına yapamazdım. Ama öyle tutkulu, öyle sıcak, öyle güzel zamanlar geçirdik ki birlikte, kafamda ve kalbimde dehşet verici bir kargaşayla döndüm İstanbul'a... Elbette Kadıköy'de aldım soluğu. Machbet'ten alıntıyla beni uğurlarken avutan güzel kadının, teselli dolu öpüşünü kondurmadan, bizi anlamlı kılan sarılışıyla kollarını boynuma dolamadan önce "En uzun gecelerin de bir sabahı var." diyen sesine tutunarak gezdim İstanbul'u...


Çok zaman sonra kendimi buldum. Uzun bir yalnızlığa ihtiyacım vardı bunun için. Kaybettiğim yerin çirkinliğini unutup bulduğum yerin güzelliğine tav olduğum şeyler oldu görüşmeyeli dostlar. Yazamadım bu yüzden.


Pessoa'ya inat, hissetmenin rengini buldum. Hissedilmenin anlamını tattım yeniden. Kendimi anlatmaya çalışarak tükettiğim varlığıma, bir kadının bana beni hissettirmesiyle kavuştum yeniden. Beni karanlıkta bırakan bir sürü çirkinliği hafızamdan söküp alan varlığına tutunarak aydınlığa kavuştuğum şeyler oldu...


Bundan sonra ne olacağını önemsemediğimiz...


Yılbaşı gecesi dünyanın bir ucundan sanki kendi içime yazdığım mesaja yanıt gelmedi ki yanıt vermeyenin de canı sağ olsun, şen olsun. Asıl mesajı yanıt almayarak almış oldum. Orada, o yanıtsız yanıttan sonra doğruluğundan hiç emin olmadığım bir şey yaptım ve sırf güdüsel bir arzunun peşinden koşmaya karar verdiğim şeyler oldu.


Derken... Londra'dan Kadıköy'e, iki gün sonra Kaş'a koştum. Yuvama...


Bir sürü aydınlık ve ışıltılı günler doldurdum gönlüme. Komşularımın çoğu gitmiş. Dönecekleri günler, ilkbaharın tadına ve yazın heyecanına denk gelecek. Mevsim fark etmeksizin acının tek başına çekilmesi gerektiğine "inandırılmış" olanlardanım ben. Yar ile çekilen acı, bu hayatta, özellikle de bu rezil, bu iğrenç, bu insanlıktan nasibini almamış ama kendini insan evladı zanneden sefil varlıklar arasında çok büyük bir şans ister.


Kendimle kaldığım zamanı acı ve mutlu zamanlar arasında bölüştürerek düşünmeyle geçirir oldum. İzmir'e gelmeden önce de böyle yaptım. Şapkamı önüme koyup, iyi günleri ve kötü günleri andım. Kendini insanmışçasına pazarlayan mahlukların benden aldıklarını, benden çaldıklarını, benden kopardıklarını yazdım buraya. Onları yazdıktan sonra, daha fazlasını hak etmelerine rağmen onlara hak ettiklerinden azını verdiğim insanları topladım hatırımda. Yazdığım o yazıyı sildim sonra. Sildim o yazıyı ama yetmedi bana...


Bir sürü eski yazıyı da sildim attım. Ve bir daha hak etmeyen hiçbir ismi burada anmamaya karar verdim. Her şeyin en güzeline layık olduğuna inandığım yüreklerin isimlerini kırgın da olsam, öfke de duysam, eğer varlıklarına özlem duyuyorsam, anmaya devam edeceğim buralarda. Yaşamanın cahili olan duygu sahtekarlarının adını döktüm yeteri kadar kaleme kağıda. Boktan hayatlarında ve iğrenç kalplerinde geçmişe gömdükleri yüreğime yeterince saygısızlık ederek yaptım bunu... Onları bütün gücümle aşağılamak gerekirken bir sürü sevgi sözcüğüyle yüceltme gafletinde bulunarak... Orospuya "orospu" demekten kaçınmayı adamlıktan sayarak... Günahkar kahpeliklerinden şeytana dert yanarak...


Yeterince hiçlikten geldiğimi, gittiğim yerin hiçlik olduğunu unutturdular bana dostlar. Kimi hiç severek yaptı bunu, kimi hiçten beter bir masumu oynayarak.... Savaşmamanın savaşarak kaybetmekten daha beter bir yenilgi olduğunu unutturacak kadar kandırdı kimisi beni. Aranızda bilenler iyi bilirler; Kimi duvarlarla konuşturdu, kimisi geçmişimle, kimisi de mermerden bir mezar taşına sarılıp af diletti paramparça ederek gariban yüreğimi. Ben onların insan kalbi suretindeki leşe dönmüş sevgi dedikleri hainliğe tutunmaya çalışırken oldu tüm bunlar. Bir değil, iki değil, üç değil... Saymaya matematiğim yetmez...


Aptal gibi, bir geri zekalı gibi beni sözde sevgisiyle yaşattığına inandığım insanın işlediği suç, beni öldüren bir cinayet suçundan ne kadar farklıydı?


O yüzden ki sildim bütün yazıları. Hayatlarımız sonsuza dek birbirinden ayrı düşmüş olsa da göğün altında yüreğinde adım, sanım, yerim kalmamış bile olsa, yokluğuna mahkum da olsam, değerini bildiğim insanlarımı yaşatmaya adayacağım kendimi. İyi anılarla, güzel anılarla, mutlu zamanlarla... Kendimi böyle buldum sonunda. Olduğum şeyden vazgeçiremez hiç kimse beni. Yaşamak istediğim şeyden de vazgeçmeyeceğim bundan sonra. Olmak istediğim yerde olduğum şeyler, kalbinde bana açtığı yeri seven insanla olduğum şeyler oldu yazmadığım zamanlarda.


Şimdi bir süre yalnızım. Unutmak istediğim şeyleri unuttum. Unutmak istemediğim şeyleri hatırımda ve kalbimde tutacağım. Bunların hiçbiri yaşamayı arzu ettiğim şeylere engel olmayacak bundan sonra. Öyle dedi buradan 3500 kilometre uzakta olan, güldükçe ve gülüp gözleri küçüldükçe aklımı başımdan alan, olduğum gibi beni kabul etmekte inat edip beni arzulamaktan vazgeçmeyen bir kadın.


Unutamadığım şeyler yaşadım. Sözümü tutamadım. Ama yine de geçmişimden kalbime ve akıma takılanlarla sana geldim." dedim.


"Önemli olan da bu... olduğun şeyle bana geldin. Hoş geldin." dedi. Ve o andan sonra, çok hoş şeyler oldu dostlar. Ne aradığımı bilmeden yaşadığım "hayatı" yeniden bulduğum şeyler...


Son olarak aşağıdaki galeride bulacaklarınız yaşam kesitlerim; Kadıköy sevgimi yaşatan ve yaşatacak olan detaylar, Fenerbahçe tribününde yıllar sonra mest ve deşarj oluşum, İzmir'de bulduğumuz Blues bar, 3500 KM uzaktan bile bana mutluluk saçan bir kadın, sıcak Kaş sokakları, Kaş günleri, puslu ve yağmurlu günde Londra ve muhteşem Natural History Müzesi, Millenium Park, polislerin önümüzde Central metro çıkışını film setine çevirmesi... sonra Bond Street istasyonu çünkü o fotoğraftan bir kaç saniye önce unutulmaz bir şeyler... önümüzde dans eden Irına, Tobby, Dom ve sanırım yeni British kankalarım Parker ile Gordon'u takip ederek içecek boş mekan buluşumuz, yıllar sonra hayvan gibi şarap içtiğim Holly Bush, içip içip 55 dakika araba kullanmaya cesaret edemediğimiz için Debby ile kaldığımız muhteşem manzaralı Marriot Cannary Otel, odamızın Debby kokusu, sevgisi ve sızıp horuldaması kadar güzel olmasa da geceyi coşturan manzarası, saat kulesi, 12 Ocak gününden, Debby'nin salonunda 30 Aralık Londra sürprizimi ölümsüzleştirdiği bir kare... 2070 yılında da 30 December olarak kalacakmış. Bazı insanların anılarımıza atfettiği değerin beni mutluluktan delirtmesi diyelim... Sonracığıma; Londra öncesi ve sonrası İzmir günlerinden kareler, asansör, yaralı bir ayakla ikinci ayak fotosu günleri, tostçumun yüz güldüren notları, hayat çıkmazı, tabiri caizse götümden ve gözümün önünden bir saniye bile ayrılmayan bacaksız ve de taşaksız köpüşüm, hayat çıkmazı, dostlarla Öküz gecesi, havadan hava atmak suretiyle çekilen uçak kanatları vs...


Havasını sikeyim arkadaşlar... İşin aslı; Debby'nin aşağıda bir yerlerde uçağa gülümseyerek bakıyor olması...


Son sözlerimin "Sonucunun ne olacağını bilirse yanlış bir adım attığı için düşmez insan. Düşse de canı çok acımaz. Ama ben sonucunu bilsem bile yanlış attığım her adımın acısını çeken biriyim. Doğru bir şey mi yapıyoruz yanlış bir şey mi umurumda değil. Bu umursamazlığın da sonu iyi değil. Bana rağmen beni sevdiğin ve beni yaşamayı istemekten hiç vazgeçmediğin için teşekkürler." dediğimde "Benim kalbim, ruhum ve zamanım artık senin." diye yanıt veren kadını çoktan özlediğim kare o kare...


Hiç aklıma gelmezdi ama kendimi ararken hiçbir gülüşünü kaçırmak istemediğim bir insanım oldu. Böyle bir insanınız olduğunda beni daha iyi anlayacaksınız.


Görüşmek üzere...

Buldumcuk yazısı başka bir Cemusal meseleyle devam edecek.



 
 
 

Comments


bottom of page