Bazı Sancılar
- Cemal Muhsin Bulut
- 7 Eki 2024
- 5 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 31 Ara 2024
Çok öznel meseleler bunlar. Ve bedeni parçalara ayrılmış, vahşice kesilen başı anneciğinin önüne atılmış İkbal'in yaşadığı dehşetin yanında, şımarıklıktan başka bir şey değil benim dertlenmelerim. Ayşenur'un keza... Niran kızın, Sıla bebeğin yaşadıkları dehşetin yanında... Bir çok insanın yaşadıklarının yanında dert değil...
Sadece yoruldum demek istiyorum... gerçekten çok yoruldum. Zaten ne diyor Kafka; "Yaşam, bir savaş alanıdır ve biz hep yaralıyız."
Bunca acımasız insanın arasında yaşamak ve savaşmak yaralamaz mı? Haksız mı Herr Kafka...
Bu savaş alanında yapmam gereken hiçbir şeyi yapamıyorum. Bir insanın, bir başka insana bile isteye kötülük yapmasını kabullenemiyorum. Bunu kabullenemeyen ben, bir psikopatın iki tane gencecik insanı vahşice hayattan koparmayı kendine hak gördüğü kötülük karşısında, hissettiğim umutsuzluk ve çaresizlik duygularının ağırlığından, öfkesinden ve tüketmişliğinden, yapmam gereken hiçbir şeye odaklanamıyorum.
Kötülük karşısında insanların heyecanla, hevesle, yaşanamamış milyon tane arzusuyla atan kalbi korkuyla, acıyla, dehşetle duruyor. Ben artık bu ruhsuzluk karşısında dayanamayacak kadar öfke taşıyorum. Dinmesine izin vermedikleri için de bunu taşımaktan yoruldum.
Tamam ulan tamam biliyorum, insanların içinde ışık da var karanlık da... İyilik de var kötülük de... Biliyorum bunu ama günün sonunda tıpkı Nietzsche gibi, delirmeden yaşamakta da çok zorlanıyorum. Kötülük bitmiyor ve bitmeyecek, biliyorum.
İnsanın bittiği yerde bitecek şeytanın işi, bunu da biliyorum. Ama şeytanın suçu değil ki insanın kalbindeki karanlıkla suçu seçmesi? Kalbinde iyiliği taşımak insan olmanın kendisiyken...
Bir sürü nedenle kendime saklamak zorunda olduğum şeyler yaşayıp, insanların beni aptal yerine koymasına şahit olmaktan çok yoruldum diye şikayet etmiştim geçen gün Hasret kuzusuna.
"İçlerinden geldiği için değil de işlerine geldiği için yaşamışlar beni. Artık hangi ihtiyaçlarını tatmin ediyorduysam bilmiyorum ama varlığına değer verdiğim insanların işlerine geldiği için varlığım değer veriyormuş gibi davranmalarından çok yoruldum." demiştim.
Arzu ettiğim bir parça güzel duyguyu bana sunduklarında onların iyi birer insan olduğunu zannedip, durmadan zannettiğim yerden vurulmaktan gına gelmişti artık. Ben ki zaten kendim için yeterince yorucu biriyim...
Bir vahşetin ruhumuzu paramparça ettiği şu günlerde "Dert zannettiğim şeye bak." dedim dün akşam kendi kendime... ama... Ben bu yaşamanın neresinde olursam olayım, bazen aklım, bazen kalbim beni yoruyor işte. Sebebini bilmem. "Çünkü çok hassas kalpli, merhamet dolu bir insansın." diyen güzelim bir ablam var, "Çünkü sen iyi biri olmak için çok kötü bir zamandasın." diyen canım bir abim var. İkisine de inanırım. Ama ben bu aklımın ve kalbimin beni yoruşunu başkasından bilmekten de yorulmayı dert ediyorum işte kendime, kendi meşrebimce...
Çok zamandır anlatamamaktan bu sancıları...
Bir sürü şey yapmam lazımdı. Dünyanın en güzel balıkçı kasabasında evimi özlemişken, İstanbul'a mahkumum. Bir hafta kadar daha yapmam gereken bir sürü iş varken ve bu iş benim şu çektiğim İstanbul çilemi anlamlı kılacak tek şey iken, ben hiçbir şey yapamıyor olmayı dert ediyorum kendime. Çile diyorum ben bu şehr-i orospu İstanbul'a... Çok haklıyım. Bu lanet olası insanların mahvettiği şehirde bir evladın vahşice gövdesinden ayrılan başı, annesinin önüne atıldı diye...
İşte böyle böyle derken, en sonunda delirtecek beni ruhsuzluk.
Bu yaşananlar, bir süre herkese batacak diken gibi. Kimisi gündelik yaşamına döndü bile. Ki bunu yadırgamıyorum. Olması gereken gündelik hayata olabildiğince çabuk dönmek ama bitmiyor ki kardeşim. Bitmiyor ki insanın içindeki pisliğin seni, beni, onu, bunu derinden sarsıp, sadece dününden, şimdisinden değil, geleceğinden bile çalması. Kendince bir nedenle bunu kendine hak görmesi... Kendime sormadan edemiyorum; "Bu kalpleri çürümüş, ruhsuz, hayatsız pislikler, inandıklarıyla, zannettikleriyle insana dair her şeyi yakıp yıkmayı, her şeyi ve herkesi tüketip yok etmeyi kendilerine hak görürken, ben zannettiklerim ve hak ettiğime inandıklarımla kötü bir insan mıyım?"
Ömrümün tam ortasında, belki de bu hayatta yaşadığım en mutlu zamanları ve belki de daha mutlu zamanları yaşama ihtimalimi kalbimi sökercesine elimden alanlar, bir kez olsun arkalarına dönüp bakmıyorken, ben onların yokluğuna sessiz ağıtlar yakmayı hak eden bir insan mıyım?
İnsan söz konusu olduğunda, güneş her sabah yeniden doğuyor diye umudun da yeniden doğacağına dair inancımı söküp aldılar benden. Şimdi bu hayatın en kötüsü ben miyim? Bütün bu yıkılmış şeylerin tek sorumlusu?
Beni geçelim, en kötüsü kabul edelim beni bu dünyanın, alıştım zaten ben buna... Tamam ama; tanıdığım, değer verdiğim, hayatıma anlam katan, ellerinden gelen her şeyi sevdiği insanların önüne seren kıymetli insanların her şeyi düzeltmeye, iyileştirmeye, en azından elinde kalan güzellikleri korumaya çalışırken, gözümün önünde tükendiğini görmekten yıldım. Uzun uzun uzaklara dalan gözlerine çaresizce bakmaktan, onlara destek olmaya çalıştıkça "Artık çok geç." diye teslim olmak zorunda kalmalarını görmekten yıldım.
Neden varız lan biz bu hayatta? Kendi hayatımızı yaşamak uğruna başka hayatların içine sıçmak için mi? İnandığımız doğruları yaşayacağız diye başkalarına haksızlıklar ve adaletsizlikler yaşatmak için mi? Neden yaşıyoruz lan biz bu hayatı? Sen neden yaşıyorsun? Sadece kendin için mi? Sadece kendin için yaşarken başkalarının içindeki güzelim duyguları yok edenlerden misin? Eğer öyleysen, sen benden daha mı iyisisin bu dünyanın kardeşim? Sevdiklerimiz uğruna, onların içerisindeki güzelim duyguları büyütemeyecek, tükenmesine izin vermemek için yaşayamayacaksak neden varız arkadaş biz bu hayatta?
Dünyanın anasını ağlatırcasına büyük büyük yaşamaya çalışanların olduğu bu hayatta, ne kadar küçük olduğumuzu bilen insanlarız ya hu biz? Küçücük şeylerle nasıl mutlulukla dolacağımızı bilen insanlarız. Hiç çabalamadan birbirimize yetmek kadar başarabileceğimiz başka hiçbir şey yok ki şu zor dünyada. Neden tüketiyoruz lan biz birbirimizi bu kadar? Neden tüketiyoruz insanların içinde muhtaç olduğumuz pırıl pırıl hisleri? Hepimiz ışığımız sönmesin diye didiniyoruz bu karanlık insanların arasında, hem de içimizde karanlık kuytularla... İçimizde bir parça ışığı o karanlık kuytularla yüzleştiremeyeceksek eğer neden varız ki biz?
"Benim ellerimi tutsaydın, hiç bırakmasaydın ellerimi, hiç yük olmazdı ki avuçlarına. Bak! benim ellerim küçücük." diyemediğim ama ondan başka hiç kimseye de tutunmak istemediğim insana yük olmamak için yok oldum ben. Dünyasına sığmadığım için kendimi her şeyden uzağı yaşarcasına ufaldım, tükendim ve nihayetinde yok oldum ben. Ardından sordular ki bana "Neden senin varoluş sancın vazgeçilmek?" diye...
Bak ben var ya ben!
Aynı dili konuştuğum insanlara kendimi anlatamamaktan da yok oldum.
Ulan arkadaş bana, ben sanki bu dünyanın bütün kahrına kaynak olan kötülüğün timsaliymişim gibi hissettirdiler. Kolayca vazgeçilmekten, hep sorun olup, hiç destek olamamışım, hiç çözüm değilmişim gibi, hiç yaşanmamış gibi kolayca arkada bırakılmaktan, içimdeki o masum, o tertemiz duyguların yok sayılmasından, sebebi oldukları yanlışların bedelini bana ödetmelerinden, her hücremi sarmış gibi davranıp aslında özünü benden saklayarak bir yalanı yuva bellediğimi görmekten yok oldum ki zaten.
Her saniye yok olmayı yaşadığı bir hikayede olduğunu gören insan, nasıl var olabilir ki?
Ve tüm bunlardan sonra bana kalan güvensizlik duygusuyla yaşamaya çalışmaktan, hiç haz etmediğim, hiç onaylamadığım, maruz kalınca rahatsız olduğum ama artık hayatımdaki herkese karşı hissettiğim şüphe duygusundan, herkesin haklı olup beni kirli duygularıyla haksız görmesi yüzünden, dönüp kendimde suç aramaktan ve tüm bunlara rağmen kimseye hesap soracak kadar çirkinleşmemeyi erdem saymaktan bitirdim çoktan ben kendimi.
Herkes kendince haklı demekten, onların şapkasını takmadın diyerek kendimi empatiye zorlamaktan, her şey yanlış anlaşılabilir diye inanmaya çalışmaktan, en sonunda yaşayamaz oldum ben ömrümü. Hele hele!!! bir aşk öksüz kaldı ki şuramda ah! Ah ki bir kalbin, göğüs kafesimin sağında atmasını hissetmeye bu denli muhtaçken ben, yalnızlık mecburiyetini her şeyden ve herkesten güvenli bulmaktan...
Öylece duruyorum burada ama içimde öylece duramıyorum işte... Yaşamaya çalışıyorum da dahil olamadığım tek şey aslında bu yaşam gibi hissediyorum. Büyüyen bir çocuk gibi hissederken, aslında hiç büyüyemeyen bir çocuk olmakla ölüyorum ben bu hayatı...
Öyle bir tükendim ki hiçten daha azım artık. Anlatamıyorum sadece...
Yazıp yazıp siliyorum işte... Bunu da silerim muhtemelen.
Hayatımızın en güzel zamanlarını elimizden parmaklarımızı yerinden sökercesine alıp hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam eden insanlar için kalbimden ve zihnimden gelen hiçbir bedduam, kötü sözüm yok.
Hem Allah'a şükür yollarımız ayrılsa da arkalarından dua ettiğim insanlar var. İyi ki yaşamışım diyebildiğim...
Ama çok net söylüyorum; insanların, en çokta kadınların ve çocukların vahşice katledildiği bu coğrafyada, bedenlerine psikopatça acılar çektirilip yaşamdan koparılan insanların ardından, sevdiklerine veda edemeden korkunç acılarla bu dünyadan sökülüp alınan hayatların ardından, onların yitip giden seslerine üzülmeyen kalpsiz insanlar var ya! İşte bu kötülüğe sahip olanlar, ruhları acı çeke çeke ölmek istesinler ama ölemesinler de o ruhsuzluklarının sancısıyla çok uzun yaşasınlar dilerim.
Koca coğrafyanın insanları incinmiş, sarsılmış ve umudunu yitirmişken, saç taramak gibi oldu belki bu yazı ama insanların her şeyini tüketmeye hakkı olduğu için buna gayret edenler arasında yaşıyoruz. Hayatınızın içine sıçıp giden insanları düşünün... Onların içinde saçını tarayanların diyorum... Başka da bir şey diyemiyorum.
Korkunç bir vahşetin üzerine, Öznel bir duygu paylaşımı yapma şımarıklığım ve hadsizliğim için Okuyan herkesten özür dilerim. Baş etme ya da savunma çabası olarak görürseniz memnun olur, Kaçınma derseniz de razı gelirim. Her türlü teşekkür ederim.


Kimse durduk yere ölmesin...
Comments