Anılar, Duygular, Reklamlar ve İlanlar
- Cemal Muhsin Bulut
- 15 Eki 2024
- 8 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 18 Eki 2024
Önce Edebiyat
Satıyorum kendimi. Sadece 8 bin lirayım. Beni gördüğünüzde, fiyat performansıma şaşıracaksınız. Bedavadan biraz fazlaya satışa koydum kendimi. Yeter ki görün, yeter ki onaylayın, yeter ki çekeyim ilginizi.
Anılarım bile tek başına 80 bin eder. Sudan ucuzum... sizden değil.
Pazarlık için aramayınız lütfen.
Anı Demişken
Buzdolabında babamın yarısını içtiği rakı şişesini su şişesi zannederek elime almıştım ve elimden kayıp düşmüştü. Şişe paramparça olurken mutfağa yayılan kokudan anlamıştım ki o şişede su yoktu. Sırf bu anı 8-10 bin lira eder. Üstelik annemden sağlam bir dayak yemiştim.
Geçmişimin elime sıkı sıkıya tutuşturduğu bir silah var. Hatalarımla dolduruyorum her gün şarjörünü kurşun diye. Uzun uzun andıkça, canımı acıtan geçmişte en çok özlemeye dayanamıyorum. Düşünüp bir sonuca varamayınca her defasında, silahın namlusunu şakağıma dayayıp, tetiği çekiyorum.
Gözlerimin elasını kararttığım yazılar yazıyorum yıllardır. Her yazıdan sonra anlıyorum ki hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Ki bu hakikat 8-10 bin lira eder.
Hayatıma çok güzel insanlar girdiğinde ben çıkmışım. Döndüğümde bakmışım ki yoklar. Gidip kapılarında beklemişim uzun zamanlar. O yüzden kilometrem düşüktür. Sabaha varmadan başkasını sevebilenlerin coğrafyasında beni alana bedava bu hiçliğim. Aynada kendimle göz göze gelip, hiçbir şey göremediğim boşluklarda yaptırdım bakımlarımı. Hele güldüğünde güzelleşen gözlerde kendimi gördüğüm günlerim oldu ki nereden baksan 21 bin Lira eder.
Gelin, görün, delik deşik benim şakaklarımla sırtım. Değilse almazsınız beni. Bırakın harcadığım sevilmeleri, kendimle bile geçimim zordur benim. Gün yüzü görmeyeli yüreğimin huzursuzluğu, doğumumdan başlar. Yalanım yok, beş kuruş etmez o günden beri varlığım.
Yaşım 7... Maltepe'de soğuk bir sonbahar. Akşam çöküyor gri bulutların arkasından. Babamın borçları gibi...
Evin sokağını dönmek üzere zaten. Elleri her zamanki gibi bomboş. Başını öne eğmiş, kafasında bin bir düşünce. Babamın bana bu düşündükleriyle bıraktığı izler görünmüyor kaportamda.
Çocuklarla top oynuyoruz bahçede. Kaleciyim. Cemil sol ayağını raket gibi kullanır. Zımbaladı topu sol ayağıyla kaleye piç... Sağ üst köşeye sıçradım. Babam beni görsün diye... Görsün kurtarışımı da benimle gurur duysun diye... Bu çabamın en az 8-9 bin lirası var.
Baba hiçbir şey düzelmeyecek biliyorum dercesine sıçradım topun gittiği köşeye. Daha çok uzun süre, boktan beter olacak her şey dercesine uzattım ellerimi topa doğru. Baba inanır mısın, aynı şeyleri ben de yaşayacağım senin yüzünden dercesine çelmek istedim topu. Bu inancımın da ederi 8-9 bin liradır nereden baksanız.
Çelemedim... goool diye bağırdı piçler. Plonjon bitip yere düştüğümde babam bana bakıyordu. Bu hayal kırıklığına beş kuruş para istemem.

Plonjon; Bir kalecinin sağına veya soluna doğru sıçrayıp, kaleye yönelen topu çelmek için genelde tek elle, bazen de iki elle birden uzanmasını ifade eden futbol terimidir.
Yere indiğimde dirseğimi vuruyorum direğe. Nasıl sıçramışım, düşün... Ama işe yaramamış. Ağlamaklı sesimi yutup hırslanmışım gibi sesleniyorum takım arkadaşlarıma. "Hadi beyler hadi, alıyoruz maçı." Oysa kolum, babamın eve elleri boş dönmesine neden olan parasızlık kadar acıyor. Babam teslim olmuş çoktan ama ben direniyorum. Babama bu benzemiyor oluşumun 8-9 bin lirası vardır bence.
Topa abanıyorum o hırsla. İyi de oturuyor top ayağıma... Oradan da babamın suratına...
Kısa bir şaşkınlıktan sonra duvara tırmandığım gibi ömrünün 70 yılında insanlığın kıyısından köşesinden bile geçmemiş Hacı amcaların bahçesine transfer ediyorum kendimi. Tek sorunumuz var, bonservisimi korkudan altıma sıçmışım... Yiğitliğe bok sürdürmek, hasar kaydımda yazıyor.
Hacı amca bahçede. Kulağımdan çekip götüme tekmeyi vuruyor. "Siktir git eşek sıpası." diyor. Benim boyum kısa ama Hacı amca uzun. Meğer babamı görüyormuş bahçe duvarından. "Piçine sahip çık diyor." Babam ise atletik adam. Tek sıçrayışta geçiyor Hacı amcanın bahçeye. Zavallı yaşlı bağnaz kurdun kaderi işte. Bahçeye atladığı gibi vuruyor kafayı Hacı amcanın yüzüne. Yığılıp kalıyor adam öylece... Babama bakıyorum, umurunda değil moruğun yerde hareketsiz yatışı. Elimi tutuyor. Hayret ki suratına patlattığım top için bana kızmıyor babam. Hacı amcanın bahçe kapısından çıkıp evimizin bahçe kapısına giriyoruz birlikte el ele. Annem biber dolması yapmış. Kokusu geliyor apartmana girince. Bizim evde, annem ile babam aynı masada oturmayacak kadar nefret ederler birbirlerinden. Evimizin çatısının altında özel misafirler yoksa eğer... ailecek yemek yenmez. O yüzden ki misafirleri çok sevmişimdir hep ben. Sırf bu duygunun 8-10 bin Lirası var.
Babamla birlikte masadayım, masaya eğilemeyecek, dik oturamayacak kadar kırık kalbimle yiyorum annemin suratıma atar gibi önüme koyduğu tabaktaki dolmaları. Çünkü yemeğe oturmadan önce annem dirseği yırtılmış eşofmanımı görmüş. "Git banyoya yıkan. Pis pis oturma sofraya" diye emri vermiş. Emre itaat etmezsem başıma gelecekleri bildiğimden, başıma bir şey gelmesin diye koşulsuz itaat etmişim. Daha eşofmanın üstünü çıkarmışım ki annem arkamdan banyoya gelmiş. Gözlerinde dehşetli bir öfke, babam duymasın diye sesinde "o eşofmanın hali ne köpek oğlu köpek." fısıltısı... bir elinde sopa... diğerinde havlu... tek hamlede sopayı havluya sarışına şahit oluşum...
Annemin öfkesini sırtımda, omzumda ve kafamda patlayan en fazla 8-9 sopa darbesi dindirmeye yetmiş. Ben ise babam duymasın diye tuvaletin dibine kıvrılmış çektiğim acı kadar korkudan sessiz sessiz ağlamışım. Ağlamışım sessiz sessiz ama... acısı hiç dinmemiş. "Bir daha kaleye geçmem." diye büyük büyük kararlar almışlığımın 8-9 bin lirası var.
Bir de cacık getirmiş benim kırgın olduğu kadar kızgın anam. Üstelik ben anamın babama kızgınlığını, amcasına kızgınlığını, anasına kızgınlığını, hayata kızgınlığını benden çıkarmakta hiçbir sakınca görmeyişiyle yaptığı cacığı çok severim... Öyle ki, anam cacığı da suratıma atar gibi önüme koyduğunda sevinçten başım dönmüştü. Daha doğrusu ben öyle zannetmiştim başımın o an dönüşünü. Doktorun dediğine göre darbeye bağlı travma mıravma bir şeyler olmuş kafamda.
Burnumdan bir damla kan damlayınca cacığa... Babam da bunu görünce... Almış kucağına, fırlamış hastaneye...
Eve geldiğimizde babam beni yatağıma yatırıp, mutfağa gitti. Elinde bir tepsi, tepside bir kase cacıkla döndü geriye. Olanları sordu sakince, anlattım babama usulca. Yüzü kıpkırmızı kesildi niyeyse. Bir keresinde de bana terlikle giriştiğinde olmuştu yüzü böyle. Babam çıkınca kırmızı surat ve çatık kaşlarıyla, ben de başladım cacığı kaşıklayarak hüpletmeye... Çünkü ben annemin yaptığı cacığı çok severim.
Severim de; ben kaseyi yarılamadan kulağıma düştü ilk çığlık. Babam annemi banyoya kitlemiş hem de kendisiyle. Hem de sobanın kömürünü yaydığı demir maşayla birlikte. Annem gibi havlu sarsaydı maşaya ben sadece annemle babamın her zaman olduğu gibi birbirlerine bağırdıklarını düşünürdüm herhalde. Annemin sırtında, omzunda, kafasında patlayan maşanın sesi... ayağa kalkıp banyoya gidebilirdim. Banyoya girip "Baba dur ben anneme kızmadım ki..." diyebilirdim. Babam kapıyı kilitlemeseydi eğer...
Günler, haftalar, aylar, yıllar geçti. İşlerin tam olarak nasıl yürüyeceğini öğrenenemiştim daha ama affettim ben annemi. Babamı çok daha fazla yıllar sonra... Herkesten ve her şeyden önce kaybetmişken kendimi...
Sırf bu hasar kaydı yüzünden ucuz fiyat verdim size. Beni ekspertize götürün. Silsin bu hasarı benden. Beni en az yirmi katıma satarsınız yeniden.
Her şeyi yazdım... Pazarlık için aramayınız lütfen.
Ben de kendimi dijital alanlarda böyle satıyorum. Bu yayın ve yukarıdaki görsel benim şahsi reklamım.
Görüldüğü üzere ben sırf bana iyi geliyor diye "iyilik yapma gayretinde" kötülük timsali, aşağılık bir insanım. Kadın erkek ayırmadan söylüyorum; seversiniz siz orospu çocuklarına adam muamelesi yapmayı.
Yanlış anlamayın abilerim, ablalarım; ben de ekmeğimin peşindeyim...
Reklamın Öyküsü
Geçtiğimiz Haziran ayında Rukiş ve Nihat'ın vesilesiyle meslektaşları olan özel eğitim öğretmeni bir hanımefendi ile tanıştım. Hayalini anlattı bana o akşam. Sonra bir kaç kez daha bir araya geldik ortak arkadaşlarımızla birlikte. Ağustos ayında dedim ki mis yürekli insana "Hayalini yaşaman için senin yanında olacağım. Bu hayalini birlikte bir projeye dönderip hayata geçirelim. Onayın varsa, hayaline giden yolda maddi ve manevi olarak yol arkadaşın olmak isterim." dedim.
Öğretmen hanım Maraş depreminde annesini, babasını, ablasını, erkek kardeşini, soy bağından diğer canlarını kaybetmiş. "Babam bana 'Bir tanem.' derdi. Kalbi temizmiş. Haklı çıktı. Bu dünyada kan bağım olan herkesten geriye bir tek ben kaldım." dedi.
Mahallesinde bir tane yapı kalmamış ayakta. İki yaşında taşındıkları ev, onu yıkılan duvarlarla birlikte bahçeye fırlatmış. Ömrüm boyunca hiç unutmayacağım bu sözlerini "Ailemi benden alan o ev, beni hayata geri kustu."
Kolunda, dizinde ve ayak bileğindeki yaralara rağmen üç gün boyunca hiçbir şey yemeden, içmeden insanların yardımına koşmaya çabalamış. Zaten rahmetli annesi de böyle bir kadınmış. "Annem öyle bir kadındı ki, hayatında ne kadar zorlayıcı unsur varsa hepsini bir kenara bırakıp insanların derdine koşardı." demişti annesi için.
"Biliyor musun, 25 yıldır dünyadaydım ve ben anneme benzediğimi O'nun can verdiği depremin ikinci gecesinde anladım." diye kendine sitemini dillendirdi...
En büyük hayali, özel gereksinimi olan çocuklara bir eğitim kurumu açmak. Kendi oluşturacağı ve bu ihtiyaç sahibi çocuklara fayda sağlayacağı bilimsel olarak ispatlanmış özel materyaller hazırlayarak eğitim sunacağı, anne ve babalarının psikolojik destek alabileceği, aileleriyle birlikte o çocukları toplumda ayrıştırmaya maruz kalmayacak şekilde gelişmelerine destek sağlayacak eğitim kurumu açmak. Hayali böyle bir iyilik hareketinden oluşan bir insana dost olmanın gururunu yaşadınız mı siz? Ben şahsen bencil bir piç olarak, inşa ettiğimiz arkadaşlığımızdan ve yoldaşlığımızdan gurur duymakla meşgulüm.
Tıpkı annesinin yaşadığı hayatı tanımlarken söylediği gibi "zorlayıcı tüm unsurlar" bu yaşamın içinde. Geçtiklerim ve geçemediklerim, aştıklarım ve aşamadıklarım, beni ben yapan şeyler. Ben başardıklarımla gurur duymanın sevincini yaşadım. Çabalayarak hak eden herkesin bu gururu yaşamasına kendimi adarım. Çocuklara da kendimi adarım. Ve dua ederim, onlar da büyüdüklerinde tıpkı amcam gibi, Hüseyin abim gibi, insanların hayatına gönülden ve isteyerek iyilikle dokunsunlar diye... Huzuru, mutluluğu, anlamı da böyle bulsunlar diye...

Ben bu şehre, zihnimde nasır tutmuş her şeyin acısı dinsin diye geldim. Yüreğimi ve kursağımı kavurarak yakan kötülüklerin ortasında durup notlar aldım defterlerime... hem de ömrüm boyunca. Ne kadar yüksek zirveleri adımladıysa ayaklarım, gözlerim dizlerimi kanatan kuytulardaydı. Dizlerimin yarasıyla o kuytulardan çıktığımda kime sorduysam "Biz" diye bir şeyler geveledi. Ki ben öğrenmiştim çoktan; cennetliğine inandığım "biz" bu alemin cehennemiymiş.
Bunu görmeyen gözlere sustum çığlıklarımı. Yazdım durmadan içimi. Yazdım aklımın zannetmekle kemirildiğini. Yazdım sırtımda, dizimde, tırnaklarımda kanayan her yeri.
Bahçemde kediler var. Mösyö Philip "Çöpün orada kediler vardı, nerede onlar? Belediye mi aldı acaba?" diye sordu. "Hepsi bahçemde Mösyö." dedim. Gülümsedi.
"Sen iyi bir adamsın Mösyö." dedi. Gülümsedim.
İnsan bir tekmeyi, defolup gitmeyi, bin küfre bedel yalanlar söylemeyi mübah sayarken... Görülmekse görülmek... İnsan içinde olmayanı başkasında göremez ki... Mösyö Philip gibi bir beyefendilik abidesi, iyiliği görmez mi?
Ben de insanım. Benim de anlaşılmaya ihtiyacım var yazmıştım bir keresinde. İki canım dostum nasıl da özen göstermişti bana, bu cümlelerin üzerine. İşitmekten, görmekten, hissetmekten geriye ne kaldıysa ellerinde...
Bana bir süre önce Entelektüel Narsist diyen küçük (beyinli) hanıma günlerdir işkence yapıyorum. Madem entelektüel narsistim ben, doğam gereği böyle davranmam gerekir. Küçümsemem, aşağılamam ve entelektüel bilgi birikimimle kendisine psikolojik şiddet uygulamam gerekir. Ayrıca cehaletinin derin boyutuna rağmen bilmişlik taslayan insanlara, sıfır toleransla karşılık vermeyi hakkım olarak görürüm... madem entelektüel narsistim!
Sadece bu hanımefendiye değil, söyledikleriyle yaptıkları birbirini tutmayan tutarsız insanlara da aşağılanmaları gereken her konuda gereken ilgi ve alakayı gösterme çabası içerisindeyimdir.
İki ayrı toksik, manipülatif karanlık üçlü eğilimi (Narsisizm, Makyavelizm ve Psikopati) olan iki ayrı bireye karşı Narsisistik temelli saldırgan tutumlarım;
Eylemlerim devam edecek.
Yanlış: Çünkü entel narsisizm etkisiyle kendime çektiğim insanları aşağılamam gerek. Doğru: Her türlü şeytanlığı yüreğinde taşırken, iyilik meleği gibi davranan insanlara savaş açtım ben.
Şiirsel Bir Meydan Okuma
Tavanla konuşa konuşa güçlendim de girdim ben bu savaşa. Bedeli de böyle ödedim hakkınca.
Öyle güçlendim ki; uykusuzum yıllardır ve artık hiç sersemlemiyorum mesela. Her şeyi herkese anlatmayacak, herkesle her şeyi konuşmayacak, bir daha seni seviyorum diyen hiçbir güzel kadına inanmayacak kadar güçlendim. O kadınlara kötü espriler yapmaya fırsat kollayan içimdeki çocuğu göstermeyecek kadar...
Yalanları sakız çiğner gibi yutmadan inanmaya karşı çok güçlü bir savaşçıya döndüm ben. Tüm zaferlerimi kendime borçlu olduğumun bilincinde... Sesimin kısıldığı, olmayacak dualara aminler haykırdığım zamanlardan...
Hakikatlerin inkarında kim varsa düşmanımdır. Nefretimin her boyutuyla tanışmaya hazır olmalarını dilerim. Kendini her defasından kendinden daha beter doğurup satan kim varsa... Sus pus bakındığım duvarlar, beni anlayan tavanlar, dünyanı gösteren pencereler adına... Hepsini yeneceğim. Hepsine gücümün görkeminden tattıracağım savaş meydanında. Annemin bütün yenilgilerine, kaybettiği bütün kavgalarına inatla... Ben hatırlasam da annem unutsun diye dövüşeceğim onlarla...
Varoşlarda saat kaç olursa olsun, sigaramın kaç dalı kalmışsa cebimde, aldırmaksızın, kapkara kalbini gözlerinden gördüğüm herkese, yazık edeceğim kendisiyle.
Kalbinin sokaklarını denize açılır diye kandırarak satanların, kalbindeki cehennemdir benim zihnimde kin. Bu savaş, kederle yuvarladığım kadehleri üst üste dizdiğim sarhoş gecelerimde ettiğim en büyük yemin. Yemin ki; her defasında, sanki az önce inandığım her şeyden aforoz edilmişim gibi hissettirenlerin... hem gönlümde, hem dilimde yer ettiği yeni bir kitap, yeni bir din.
Kendime inandığım her yerde, kendiyle vuracağım yüzlerine sahteliklerini... kendine yenilmeyi zafer görenlerin.
Commentaires